AhmetHamdi Tanpınar rüya, bilinçaltı ve zaman kavramlarını o kadar iyi kullanıyor ki okuyucunun etkilenmemesi imkansız. Özellikle eserin ilk öyküsü olan 'Abdullah Efendi'nin Rüyaları' çok yordu beni. Psikolojik tahliller çok fazla, sürekli değişen mekân, kahramanın düştüğü boşluklar resmen hırpaladı beni.
YahyaKemal ve Ahmet Hamdi Tanpınar'da Müzik Kitabı kitabının yazarları, yayınevi, baskı tarihi ve diğer tüm bilgileri. Yahya Kemal ve Ahmet
AhmetHamdi Tanpınar(Hayatı) 23 Haziran 1901’de İstanbul’da doğdu. Kadı Hüseyin Fikri Efendi’nin oğlu. Baytar Mektebi’ni bırakarak girdiği Darülfünun-ı Osmani’nin (Bugünkü İstanbul Üniversitesi) Edebiyat Fakültesi’nden 1923’te mezun oldu. Erzurum, Konya ve Ankara’daki liselerde öğretmenlik yaptı.
AhmetHamdi Tanpınar’ın ifadesiyle “cemiyetimizin en büyük meselesi” *Doç.Dr., Düzce Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi. Bu makale Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’nin 19-20 Mart 2018 tarihinde düzenlediği Ahmet Hamdi Tanpınar Sempozyumu’nda sunulan sözlü bildirinin
Yazarımız-aynı zamanda şairimiz- Ahmet Hamdi Tanpınar. Günlüklerin yer aldığı kitabın adı “Günlüklerin Işığında Tanpınar’la Başbaşa”. Paylaşmak istediğim bölüm siyasetle ilgili bir bölüm. Bilenler bilir, Tanpınar’ın siyasi bir yönü de var. 1942-1946 yılları arasında Maraş Milletvekili olarak görev yapar.
Fast Money. Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Huzur, Beş Şehir gibi klasikleşen kitapların yazarı Ahmet Hamdi Tanpınar'ın, adını ilk kez "Musul Akşamları" şiiriyle duyurduğunu biliyor muydunuz? Peki, Yahya Kemal Beyatlı'nın etkisiyle İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ne girdiğini ya da Sergei Eisenstein, Ingmar Bergman gibi yönetmenlerin filmleri üzerine eleştiriler kaleme aldığını? Tanpınar'ı doğum yıl dönümünde ilginç bilgiler ve altı çizili satırlar ile hatırlıyoruz. Giriş Tarihi 0412 Güncelleme Tarihi 0928 1 17 Bir yıl kadar baytar mektebinde eğitim aldı Ahmet Hamdi Tanpınar, 23 Haziran 1901'de Kadı Hüseyin Fikri Efendi ile Nesime Bahriye Hanım'ın üçüncü çocuğu olarak İstanbul'da dünyaya geldi Farklı şehirlerde okuduğu ilkokul, ortaokul ve lisenin ardından bir yıl kadar baytar mektebinde eğitim alan Tanpınar, lise öğrencisiyken şiirlerinden tanıdığı Yahya Kemal Beyatlı'nın etkisiyle 1919'da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ne girdi. Fakülteyi "Şeyhi'nin Hüsrev ve Şirin'i" adlı teziyle 1923'te bitirdi. Hafıza ve hatıranın kıyısında 'Tanpınar' 2 17 Adını ilk kez "Musul Akşamları" şiiriyle duyurdu Adını ilk kez 1920'de "Altın Kitap" dergisinde yayınlanan "Musul Akşamları" şiiriyle duyururken, mezuniyetinin ardından Erzurum, Konya, Ankara ve İstanbul'daki farklı okullarda estetik, mitoloji ve edebiyat öğretmenliği yaptı. on ziyalar iner uyuyan nehre Ufku mineleyen kızıl akşamdan nakş eder her hüzme ihtiyar şehre titrek loş gölgeler hicranla gamdan sularda açılır fâni çiçekler ufka ezanların yükselir âhı şimdi boş sahili gurbetle bekler kimsesiz çöllerin yorgun seyyahı Şiir zevkinin oluşumunda özellikle Beyatlı ile Ahmet Haşim'in etkisindeydi. Eserleri "Dergah", "Milli Mecmua", "Hayat", "Görüş", "Ülkü", "Varlık", "Oluş", "Kültür Haftası" ve "Aile" dergilerinde okuyucuyla buluştu. 3 17 Farklı bir çalışma alanı olarak çeviriye de başladı İlk düz yazısı 20 Aralık 1928'de yine "Hayat" dergisinde çıkarken, farklı bir çalışma alanı olarak çeviriye de başladı ve 1929'da E. T. A. Hoffmann'ın "Kremon Kemanı" ile Anatole France'tan "Kaz Ayaklı Kraliçe Kebapçısı" adlı kitapları çevirdi. Ahmet Kutsi Tecer ile 1930'da Ankara'da "Görüş" dergisini çıkarmaya başlayan Tanpınar, 1932'de Kadıköy Lisesi'ne, 1933'te ise estetik mitoloji dersi vermek üzere Sanayi-i Nefise Mektebi'ne atandı. 4 17 Edebiyatçılığının yanı sıra kişiliğiyle de dikkat çekti Ahmet Hamdi Tanpınar, 1939'da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde yeni kurulan "19. Asır Türk Edebiyatı Kürsüsü"nde profesör olarak görev alırken, Tanzimat'tan sonraki Türk edebiyatının tarihini yazmakla görevlendirildi ve İslam Ansiklopedisi'ne de maddeler yazdı. Tanpınar, şiirlerinden çok romanları ve edebiyat tarihi araştırmalarıyla tanınırken, edebiyatçılığının yanı sıra kişiliğiyle de dikkati çekti. İlk kez 1944'te tefrika halinde yayınlanan "Mahur Beste" adlı romanı 1975'te basılan Tanpınar, eserini Lale Devri'nin ünlü hanende ve bestekârı Eyyübi Ebubekir Ağa'ya ithaf etti. 5 17 Türk musikisiyle de ilgilendi Türk musikisiyle de ilgilenen, eserlerinde zaman duygusunu, mazi düşüncesi ve rüya estetiğini sıkça işleyen yazar, psikolojik tahlillere geniş yer verdiği hikâye ve romanlarında batılılaşma ve gelenekler arasında kalan kişilere odaklandı. Tanpınar'ın 1948'de tefrika halinde yayımlanan "Huzur" eseri, 1949'da kitap haline getirilerek okuyucuyla buluştu.
AHMET HAMDİ TANPINAR 1901 -1962 ♦ “Abdullah Efendi’nin Rüyaları” ve “Yaz Yağmuru” isimli eserlerinde topladığı öykülerinde insan ruhunun temeli kabul ettiği bilinçaltına ve rüyalara geniş yer ayırır. ♦ Saf şiirin dar çemberi içinde anlatamadığı fikirlerini romanın geniş sınırları içinde anlatmaya çalışmıştır. ♦ İlk romanı “Mahur Beste” ile XIX. yüzyılın ortalarında çözülüşü yaşayan Osmanlının elit aile yaşamından kesitler verir. ♦ 2. romanı “Huzur“. bir şairin aşk. İstanbul, tarih, musiki, resim, mimarlık, tabiat gibi kavramlar ile çevrili estetik dünyasını işler. Batı’dan aldıklarını Doğu kültürünün zenginlikleri içinde sentezleyerek oluşturduğu şiirsel dünya, “Huzur“da sağlam bir roman kurgusu içinde çocukluk hatıralarından ve mizacından gelen düş dünyası ile birleşir ve yüzyılın önemli romancılarından birini ortaya çıkarır. Romanda, Mümtaz ile Nuran’ın aşkı etrafında Doğu ile Batı, eski ile yeni, geçmişin değerleri ile var olan değerler, aşk ile toplumsal sorumluluk arasındaki çatışma ve bu çatışmanın ortaya çıkardığı bireysel bunalımlar irdelenir. Huzur Romandaki ana olay, Nuran ve Nuran’ı seven Suat ile Mümtaz üçlüsü arasında, en çok Mümtaz’ın psikolojisi üzerine kurulmuştur. Eşinden ayrılmış olan Nuran’ın Mümtaz ile evleneceği sanısıyla canına kıyan Suat, ölümü ile Mümtaz’ın hayatını altüst eder. Nuran’ın kocası ile barışması ise Mümtaz’ı derin bir buhrana sürükler. ♦ 3. romanı olan “Sahnenin Dışındakiler” de zaman 1920 senesidir ve mekân gene İstanbul’dur. Türk halkının yaşadığı o ateşten günlerde İstanbul hem bir sahnedir, hem de sahnenin dışı. Asıl sahne Anadolu, sahnenin dışı olan İstanbul’da pek az görünür ve değişik aynalardan görülür.
Kitaptan SeçmelerAnkara Belki Millî Mücadele yıllarının bıraktığı bir tesirdir, belki doğrudan doğruya çelik zırhlarını giymiş ortada dolaşan bir eski zaman silahşoruna benzeyen kalesinin bir telkinidir; Ankara, bana daima dasitani ve muharip göründü. Şurası var ki şehrin vaziyeti de buna müsaittir. Daha uzaktan gözümüze çarpan şey iki yassı tepenin arasındaki geçidiyle tabii bir istihkam manzarasıdır. Ankara, uzun tarihinin şaşırtıcı terkipleriyle doludur. Asırlar içinde uğradığı istilalar, üst üste yangınlar ve yağmalar, şehirde geçen zamanların pek az eserini bırakmıştır. Acayip bir karışıklık içinde bu tarih daima insanın gözü önündedir. Türk kültürünün kendinden evvel gelmiş medeniyetlerden kalan şeylerle bu kadar canlı surette rast gele karıştığı, haşır neşir olduğu pek az yer vardır... Erzurum Hiçbir yerde memleketin Birinci Cihan Harbi'nde geçirdiği tecrübenin acılığı burada olduğu kadar vuzuhla görülemezdi. Bu, eski ressamların tasvir etmekten hoşlandığı şekilde, ölümün zaferi idi. Dört yıl, bu dağlarda kurtlara insan etinden ziyafetler çekilmiş, ölüm her yana dolu dizgin saldırmış, seçmeden avlamıştı. Uğursuz tırpan durmadan, bir saat rakkası gibi işlemiş, rast geldiği her şeyi biçmişti. Bununla beraber, nüfusu altmış binden sekiz bine inen Erzurum Millî Mücadeleye ön ayak olmuş, Ermenistan zaferini idrak etmiş, yavaş yavaş sağ kalan hemşerilerini toplamaya başlamıştı. *** Erzurum Türk tarihine, Türk coğrafyasına 1945 metreden bakar. Şehrin macerası düşünülürse, bu yükseklik daima göz önünde tutulması gereken bir şey olur. Malazgirt Zaferinin açtığı gedikten yeni vatana giren cedlerimizin fethettikleri büyük, merkezi şehirlerden biridir. Tarihimizin ikinci dönüm yerinde, Millî Mücadelenin ilk temeli gene Erzurum'da atılır. Her şeye rağmen hür, müstakil yaşamak iradesi, ilkin bu kartal yuvasında kanatlanır. Atatürk, Erzurum'dan işe başlar. Tıpkı ilk fatihler gibi oradan Anadolu'nun içine doğru yürür; ordan başlayarak yurdumuzu, milletimizin tarihî hakları adına yeni baştan fethederiz. Konya Konya, bozkırın tam çocuğudur. Onun gibi kendini gizleyen esrarlı bir güzelliği vardır. Bozkırın kendini gizleyen esrarlı bir güzelliği vardır. Bozkır kendine bir serap çeşnisi vermekten hoşlanır. Konya'ya hangi yoldan girerseniz girin sizi bu serap vehmi karşılar. Çok arızalı bir arazinin arasından ufka daima bir ışık oyunu, bir rüya gibi takılır. Serin gölgeleri ve çeşmeleri susuzluğumuza uzaktan gülen bu rüya, yolun her dirseğinde siline kaybola büyür, genişler ve sonunda kendinizi Selçuklu Sultanlarının şehrinde bulursunuz. *** Mevlana şairdir. Şiiri inkâr etmesine, küçük görmesine rağmen Şark'ın en büyük şairlerinden biridir. Nasıl Garp Orta Çağı, bütün azap korkusu, içtimai düzen veya düzensizliği ile rahmaniyet iştiyakı ve adalet susuzluğu ile Dante'nin eserinde toplanırsa, Müslüman Şark'ta bütün varlık hikmeti, Hakk'la Hakk olmak ihtirası ve cezbesiyle Divan-ı Kebir'dedir. Bursa Bu devir, haddi zatında bir mucize, bir kahramanlık ve ruhaniyet devri olduğu için, Bursa, Türk ruhunun en halis ölçülerine kendiliğinden sahiptir, denebilir. Bu hakikati gayet iyi gören ve anlayan Evliya Çelebi, Bursa'dan bahsederken "Ruhaniyetli bir şehirdir." der. *** İster istemez sayarsınız Gümüşlü, Muradiye, Yeşil, Nilüfer Hatun, Geyikli Baba, Emir Sultan, Konuralp... Bunlar hakikaten bir şehrin semt ve mahalle adları; yahut tıpkı bizim gibi muayyen bir zaman içinde yaşamış birtakım insanların anıldıkları isimler midir? Hepsinin mazi dediğimiz o uzak masal ülkesinden toplanmış hususi renkleri, çok hususi aydınlıkları ve geçmiş zamana ait bütün duygularda olduğu gibi çok hasretli lezzetleri vardır... *** Bu kuruluş asrından sonra Bursa, sevdiği ve büyük işlerde o kadar yardım ettiği erkeği tarafından unutulmuş, boş sarayının odalarında tek başına dolaşıp içlenen, gümüş kaplı küçük el aynalarında saçlarına düşmeye başlayan aklan seyrede ede ihtiyarlayan eski masal sultanlarına benzer. İlk önce Edirne'nin kendisine ortak olmasına, sonra İstanbul'un tercih edilmesine kim bilir ne kadar üzülmüş ve nasıl için için ağlamıştır. *** Evliya Çelebi, Bursa çeşmelerinden bahsettikten sonra sözü, "Velhasıl Bursa sudan ibarettir." diyerek bitirir. Canım Evliya! *** Şimdi Bursa'da asıl zamanın yanı başında, bizim için ondan daha başka ve daha derin olarak mevcut olan ikinci zamanı yapan şeyin ne olduğunu öğrenmiş gibiyim. Bu ses ve onun etrafı kucaklayan, her dokunduğu şeyin özünü bir ebediyette tekrarlayan akisleri, bu mevsimlerin ve düşüncelerin ezeli aynası, zamanın üç çizgisini birden veren tılsımlı bir aynadır. Sanatın aynası da bundan başka bir şey değildir. İstanbul Asıl İstanbul, yani surlardan beride olan minareyle camilerin şehri, Beyoğlu, Boğaziçi, Üsküdar, Erenköy tarafları, Çekmeceler, Bentler, Adalar, bir şehrin içinde âdeta başka başka coğrafyalar gibi kendi güzellikleriyle bizde ayrı ayrı duygular uyandıran, hayalimize başka türlü yaşama şekilleri ilham eden peyzajlardır. Her İstanbullu az çok şairdir; çünkü irade ve zekâsıyla yeni şekiller yaratmasa bile, büyüye çok benzeyen bir muhayyile oyunu içinde yaşar. Ve bu, tarihten gündelik hayata, aşktan sofraya kadar genişler. "Teşrinler geldi, lüfer mevsimi başlayacak." Yahut "Nisandayız, Boğaz sırtlarında erguvanlar açmıştır." diye düşünmek, yaşadığımız anı efsaneleştirmeye yetişir. Eski İstanbullular bu masalın içinde ve sadece onunla yaşarlardı. Bugün mahalle kalmadı. Yalnız şehrin şurasına burasına dağılmış, eski, fakir mahalleliler var. Birbirlerinin hatrını sormak, bir kahvelerini içmek, geçmiş zamanı beraberce anmak için zaman zaman gömüldükleri köşeden çıkan, bin türlü zahmete katlanarak semt semt dolaşan ihtiyar mahalleliler... Bugünün mahallesi artık eskiden olduğu gibi her uzvu birbirine bağlı yaşayan topluluk değildir; sadece belediye teşkilatının bir cüzü olarak mevcuttur. Zaten mahallenin yerini yavaş yavaş alt kattaki üsttekinden habersiz, ölümüne, dirimine kayıtsız, küçük bir Babil gibi, her penceresinden ayn bir radyo merkezinin nağmesi taşan apartman aldı. Beylerbeyi'nde, Emirgan'da, Kandilli veya İstinye'de günün her saati birbirinden ayrı şeylerdir. Beykoz, Çubuklu, ağaçlarının serin gölgesinde henüz son rüyalarını üstlerinden atmaya çalışırken Yeniköy ve Büyükdere gözlerinin ta içine batan güneşle erkenden uyanırlar. Kuzguncuk'ta sular, sahil boyunca, arasına tek tük sümbül karışmış bir menekşe tarlası gibi mahmur külçelenirken, ince bir sis tabakasının büyük zambaklar gibi kestiği İstanbul minareleri kendi hayallerinden daha beyaz bir aydınlığa benzer.
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü isimli romanını daha önce okumuş ve oldukça keyif almıştım. Şiirlerini okumak bugüne kısmetmiş. Şiir kitaplarını incelemek oldukça zor. Ne diyebilirsiniz ki. Şiirlerin konusu genelde eşya, insan, doğa vs. Aşk temalı şiirleri galiba yok. Ya da ben hatırlamıyorum. Ahmet Hamdi Tanpınar'ı okurken dikkatimi çeken sanatlı bir dil kullanması. Hangi sanat? Ben de bilmiyorum. Yani sanatın uygulanışını biliyorum fakat o sanata ne ad verildiğini bilmiyorum. Milli Eğitim müfredatında edebi sanatlar öğretilirken galiba şiirlerine ders kitaplarında yer verilen şairlerden kendisi. Şiirlerin konusu ilginizi çekmese de bu sanatlı üslup sizi çekiyor ve okuyorsunuz. Tavsiye ederim. İyi okumalar. Diğer şiir kitabı incelemelerim için tıklayın. Ahmet Hamdi Tanpınar'a ait diğer eserlerin incelemesi için tıklayın.
Ahmet Hamdi Tanpınar, Türk edebiyatına şiirleri ile olduğu kadar roman, öykü ve denemeleriyle de pek çok eser kazandırmıştır. Hem romanlarında hem de öykülerinde çocukluğunda yaşadığı evlerin, bulunmaktan hoşlandığı mekânların, sevdiği şehirlerin ve okuduğu eserlerin etkisini görmek mümkündür. Bu yazıda özellikle Tanpınar’ın çocukluğunda yaşadığı evde, hizmetçilerinden duyduğu bir hayat hikâyesini metine aktardığı Evin Sahibi hikâyesini inceleyeceğiz.”Tanpınar, birçok eserini oluştururken yaptığı gibi “Evin Sahibi” hikâyesini yazarken de okuduğu Doğu-Batı kaynaklarıyla birlikte, kişisel gözlem ve deneyimlerden, tanık olduğu olaylardan, aile büyüklerinden dinlediği masallardan yararlanır; kullandığı malzemeyi estetize ederek metnin dokusuna yerleştirir.”¹ Bununla birlikte Orhan Okay’ın belirttiği üzere Tanpınar’ın babaannesi halk edebiyatı ürünlerini ve masalları iyi bilir ve zaman zaman Tanpınar’a masallar anlatırmış. Evin Sahibi hikâyesi de Tanpınar’ın en çok masalsı öge barındıran hikâyesidir. Tanpınar bu hikâyeye kaynaklık eden masalsı anlatıyı Yaşadığım Gibi kitabının içinde yer alan “Kerkük Hatıraları” adlı yazısında anlatır. Yazar, babasının memuriyeti dolayısıyla çocukluğunda belli bir süre Kerkük’te yaşamış ve orada yaşadığı evlerin, içinde top oynadığı havuzlu bahçelerin ve nar ağaçlarının eserlerine istemsizce yerleştiğini kendisi söylemiştir. Kerkük’te kaldıkları üçüncü evin hizmetçisi olan Gülbuy delişmen, hoş sohbet, yarı isterik ve bir gözü kör bir kızdır. Çok zengin bir ailenin oğluyla nişanlanır fakat daha nişan gününün gecesinde Gülbuy’un rüyasına kara bir yılan girer. Yılan ona aşık olduğunu ve “onu kendi malı telâkki” ettiğini söyler ve onun başkasıyla olmasını, başkasıyla evlenmesini yasaklar. Daha sonraları Gülbuy bu yılanın büyüsüne kapıldığını ve onu rüyalarında “yakışıklı” bir delikanlı olarak gördüğünü Tanpınar’a anlatır. Düğün zamanı gelince Gülbuy bu durumu ailesine anlatmak zorunda kalır. Ailesi ve nişanlısı bir sabah Gülbuy’un yastığının altından süzülerek giden yılanı yakalar ve yakarak öldürür. Bundan kısa bir süre sonra, babası ve nişanlısı ölür, erkek kardeşi yaralanır ve kendisi de ağır bir hastalık geçirerek gözünü kaybeder. Bu kara yılan aslında bir “sembol”dür. Yılan tüm tarih boyunca, mitolojilerde ve kutsal kitaplarda geçer ve içinde derin anlamlar gizlidir. Kutsal kitaplarda yılanın Şeytan’la işbiliriği yaptığından ve Şeytan’ın yılan kılığına girdiğinden bahsedilir. “Mitolojilerde ve kutsal inançlarda olduğu gibi Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Evin Sahibi” hikâyesindeki yılan motifi de sembolik açılımları olan bir unsurdur. Bu hikâyedeki “yılan” motifi farklı yorumlara müsait olmakla birlikte, hikâye içindeki işlevine ve ona yüklenen anlamlara bakıldığında, yılanın bazı yönleriyle insanoğlunun ezelî ve ebedî düşmanı Şeytan’ı, Şeytan’ın insana verdiği vesvese ve korkuları sembolize ettiği görülür.” Bu öyküyü yazarak Tanpınar’ın, efsanelere kendini fazla kaptıran kişilere bir ders vermek istediği, hatta onlarla dalga geçtiği bile düşünülebilir. Evet, Tanpınar küçüklüğünde bu tip doğaüstü hikâyeleri dinlemiştir fakat unutmamak gerekir ki o başarılı bir akademisyendir. Bilime olan inancı, duyduğu ya da dinlediği bu doğaüstü olaylarla bir mücadele içindedir. Hayvan olarak “yılan”, Tanpınar’ın hayatında da karşısına birkaç kez çıkmıştır. Tanpınar, “Kerkük Hatıraları” adlı yazısında Kerkük’te oturdukları evde bir yılanı öldürdüklerini söyler. Bundan kısa bir süre sonra da Tanpınar’ın annesi tifüsten ölmüştür. İşte Tanpınar duyduğu bu doğaüstü hikâye ve tüm yaşadıklarından yola çıkarak, “Abdullah Efendinin Rüyaları’ndaki Evin Sahibi’ adlı hikâyem bu Gülbuy’un macerasının senelerden sonra uyanışıdır.” der. Bilindiği gibi Tanpınar, eserlerini oluştururken özel bir estetik dilin peşindedir ve onu arar. Evin Sahibi hikâyesinde tamamıyla folklora düşmemek için hikâyedeki pek çok şeyi değiştirir. Mesela olayın geçtiği yer gerçek hayatta Kerkük’tür fakat hikâyede yer Musul’dur. Bu olayı gerçek hayatta hizmetçileri Gülbuy yaşamıştır fakat hikâyede olayı yaşayan anlatıcının annesidir. Anlatıcının annesi, aynı şekilde Gülbuy’un yaşadıklarını yaşar ve ölür. Anlatıcı yıllar sonra bir kadını sever, adı Zeynep’tir. Ona çok aşıktır. Fakat “kara yılan” laneti anlatıcının da peşini bırakmaz, en azından anlatıcı böyle düşünür. Yılanın karısına da musallat olacağını ve tıpkı annesini öldürdüğü gibi onu da öldüreceği vehmine kapılır. Bu korku, anlatıcının psikolojisini bozar, eşiyle arası bozulur ve anlatıcı akıl hastanesine yatar. Şunu bilmektedir; kendisini öldürecek olan tüm bu hastalıklar değil, yılandır. KAYNAKÇA Ahmet Hamdi Tanpınar, Yaşadığım Gibi, Kerkük Hatıraları, Dergâh Yay. Ahmet Hamdi Tanpınar, Hikâyeler, Evin Sahibi , Dergâh Yay. Güneş, Evin Sahibi Hikâyesinde Yılanın Sembolik Anlamları ve Folklorik Unsurlar, Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi sayı 12, s. 41-54, Temmuz- Aralık 2014
ahmet hamdi tanpınar hikayeler özeti