563Bölüm – Cennet, Cehennem ve Yabancılar . Ulu Cennet, Konsey’in Toplantı Odası. O sırada, toplantı odasında 10 kişi vardı. Masanın çevresinde oturan bu kişilerin çoğu sessizce bekliyorlardı. Her birinden güçlü bir aura yayılıyordu ve bazılarının vücutlarında kanlı alanlar vardı. CennetMi Cehennem Mi Ölüm Mü Soru 1 out of 5 . hiç kötülük yaptın mı Yazdıklarını yüzlerce tarihsel kaynağa ve tanıklığa dayandıran Giles Milton ‘un “ Kayıp Cennet Smyrna 1922 Hoşgörü Kentinin Yıkılışı ” isimli kitabının 140. sayfasında aynen şöyle yazıyordu: “ Gelecek gerçekten de belirsizdi. Levanten ailelerinin kalıtımsal neşesi her şeyin iyi gittiğini gösteriyordu. GözünGüneş'e gidebilir mi Ruhuna rüzgara Ya da sana uygunsa sulara git. Ya da bitkilerdeki üyelere bağlı kal " ~ Rig Veda. Cennet ve cehennem kavramı, Vedalarda "Cennete ya da yeryüzüne git, sizin yerinize göre " gibi düzeltmeleri bulduğumuzda Hinduizm'in daha sonraki bir evresinde evrildi. ilayda*^_^ (@cennet.mi_cehennem.mi) TikTok'Ta | 2 Beğeni. 26 Hayran. cehennem_____🏃‍♀️_cennet Fast Money. KÜNYE HAKKIMIZDA HARİTA YASAL ARA İLETİŞİM ANASAYFA PEYGAMBERİMİZ Hadisleri Cennete mi Yakınsın Cehenneme mi? İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu “Cennet size, ayakkabınızın bağından daha yakındır. Cehennem de öyledir.”[1]Hadîs-i şerîfe göre cennet de cehennem de âdetâ burnumuzun dibindedir. Atılacak adımlara, yapılacak amellere göre cennete ve cehenneme gitmek pek kolaydır. İbadet ve tâat kişiyi cennete, günah ise cehenneme yaklaştırır. Bu yakınlık hadisimizde, nalın tasması ya da potin bağına, tokyo atkılarına teşbih edilmiştir. Nitekim Buhârî’nin bir başka rivayetinde de “Ölüm insana pabucunun atkısından daha yakındır” Medine 12, Menâkıbu’l-ensâr 46, Merdâ 8, 22 buyurulmuştur. Dilimizde bu mâna “burnunun dibinde” deyimiyle anlatılır. İnsanın cennete de cehenneme de aynı yakınlık veya uzaklıkta olduğu, seçip benimseyeceği yaşama tarzı, atacağı adımlarla her ikisine de ulaşmakta zorlanmayacağı, Peygamber Efendimiz’in bu özlü ifadesinden anlaşılmaktadır. Bizden cenneti ve cehennemi ayaklarımıza temas ediyormuş gibi düşünmemiz istenmekte ve tabiî ona göre sürekli bir mücâhede içinde olmamız teşvik edilmektedir. HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ 1. Bize aynı derecede yakın olan cennet ve cehennemi devamlı hatırlamamız, burnumuzun dibindeki cenneti kaçırmamak için tâat ve ibadete düşkünlük göstermemiz lâzımdır. 2. Nefis ve şeytana karşı koymak cehennemi bizden uzaklaştırır. [1] Buhârî, Rikak 29. Kaynak Riyazüs Salihin, Hadis-i Şerif Tercümesi, Erkam Yayınları İslam ve İhsan PAYLAŞ İslam ve İhsan İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de “Allâh katında dîn İslâm’dır …” Âl-i İmrân, 19 buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan böyle bir dîn aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” Âl-i İmrân, 85 ... Peygamber Efendimiz Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret hac etmendir” buyurdular. “İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular. İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16 Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir. Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” Muvatta’, Kader, 3. Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir. Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307 Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” er-Rad, 28 Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir. İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal ilm-i hâl sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır. İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz. Erkam Medya © islam&ihsan 2013 - 2022 altında yayınlanan yazıların tüm hakları mahfuzdur. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi yazıların tamamı izinsiz kullanılamaz. İnsanın huzurunu, zamanın ruhunun getirdiği karmaşa ve paradoks kemiriyor. İstisnasız her gün, her gece, her an… Düşünsenize; Sosyal medya aracılığı ile oturduğumuz yerden bir paylaşımda bulunduğumuzda kendimizi çok mutlu hissediyoruz. Ancak, bayram gibi önemsenmek istediğimiz günlerde sıradan ve herkese gönderilen bir kısa mesaj metnini okuduğumuzda hayal kırıklığı yaşıyoruz. Bir tıp teknolojisi ile kalbimizin içini renkli renkli izleyip hayranlık hissettiğimiz o anda, sabahın üçünde “bip”leyen akıllı telefonumuza ulaştırdığı elektronik posta ile yatağımıza giren bayiimizi mazur görebiliyoruz. Bilgi toplumuna evrimleşirken, kabul edelim ki Araf’tayız; bir bebeğin diliyle yiyecekleri ayırt etmesi gibi; aklımızın ucuyla dokunup, geleceğin tadını anlamaya çalışıyoruz Bu meyve cennetten mi, cehennemden mi? Almaya çalıştığımız iki temel tat, bazen farklı karmaşalarla karşımıza çıkıyor. Toplumsal olarak vazgeçememenin prangasında, vazgeçmenin endişesindeyiz. Tıp ilerledikçe genç bir bedene, ama daha yorgun ve daha fazla yük almış bir ruha sahip oluyoruz. Sıkışmışlığımızın en temel sebebi, bazı kavramları bugünkü anlamları ile değerlendiriyoruz. Gelecekteki anlamını kavrayınca, bahsettiğim “tat alma” eylemini hızlı yapmak zorunda kalıyoruz. Alvin Toffler’ın söylediği gibi “ cahilleri, okuma-yazma bilmeyenler değil; öğrenip, öğrendiğini unuttuktan sonra yeniden öğrenemeyenler olacaktır.” Peki, bu kadar tat testinden sonra, herkes aynı tadı alabilecek mi? Ya da, herkesin biriktirdiği bu tatlar, toplumun mu, yoksa bireyin mi güçlenmesine katkı sağlayacak? Bu tatların nasıl biriktiği ve ne şekilde depolandığı çok önemli… Eğer, herkesin elde ettiği tat birbirine çok yakınsa, kavramlar belli grup özelliklerini taşıyan topluluklarda aynı sonuçları veriyorsa, “toplum” geleceğin dönüşümünün önemli bir parçası olacak. Eğer, ortaya çıkan sonuç milyonlarca, hatta milyarlarca farklı tattan oluşuyor ise ve farklı yerlerde depolanıp, başka tatlarla birleşip başka bir sonuç üretme gücüne kavuşuyorsa, bireylerin kendi geleceğini bağımsız şekillendirmek isteyecek. Bugünün toplumsal değerleri, bu kadar belirleyici iken, çağın dönüştürdüğü ve geleceğin Araf’ındaki bireyler, bu şapkayı daha ne kadar giymek isteyecek? Kuralların ve değerlerin esneme hızı, bireyin dönüşüm hızından daha yavaş. Giymek istemedikçe, değerlere olan inancı ve aidiyeti zayıflayacak. Bu zayıflayan bağ, toplumun ve topluma ait tüm kavramların anlamlarının üzerindeki toprak olacak. Toplum denilen bu olgu, değerlerini yitirince, anlamını da kaybedecek. Herkese ve her şeye, her an erişim temelli bir dünya toplumlardan, bilgisayar panellerine dönüşümü hızlandıracak. Değişmiş “toplum” kavramının tadına bakmanızı öneririm. Ne ile karşılaşacağınızı merak etmiyor musunuz? Unutmayın; tat alabilmek, haz alabilmek değildir. Sizi sorularınızla baş başa bırakırken, sonuç paradoksu ile bitireyim Dönüşüm, bireylere ait milyarlarca ayrı tadın tutkalında dijital bir gelecek sunacak. Bu gidişatın, özellikle birey için “sonsuz özgürlük algısı” yaratan bir kokusu var; ama unutmayın her anını, her yaptığını kontrol ettiğiniz bir insanı, tek başına avlamak daha rahat olur. Cennet Mi Cehennem Mi? Cennet ve cehennem; uzaklarda aramanız gereken bir mekan değil; içinizde var olan bakış açısıdır. Hepimizin kendine gerçekten şu soruyu sormasını istiyorum Yaşadığım hayat cennet mi cehennem mi? Benim cevabım kesinlikle cennet! Umarım sizin cevabınız da budur veya artık bu olur. Çünkü yaşadığımız hayat bizim olaylara bakış açımıza dayanıyor. Pozitif veya negatif hatta nötr birisi olmak doğuştan gelen bir şey değil! Doğduğumuz andan itibaren bizi yetiştiren insanlardan tutun da yaşadığımız toplum dahil; bakış açımız, pozitif veya negatif bir birey olmamızı etkiliyor. Düşünce yapımıza, inancımıza, yaşam tarzımıza, doğrularımıza ve yanlışlarımıza etki edip bizi şekillendiriyor. Umutsuzluğa kapılmayın. Hayatta olduğunuz sürece hiçbir şey için GEÇ değildir. Yeter ki içinizdeki cennetten vazgeçmeyin. Ve Mahatma Gandi'ye kulak verin “Söylediklerinize dikkat edin; düşüncelere dönüşür… Düşüncelerinize dikkat edin; duygularınıza dönüşür… Duygularınıza dikkat edin; davranışlarınıza dönüşür… Davranışlarınıza dikkat edin; alışkanlıklarınıza dönüşür… Alışkanlıklarınıza dikkat edin; değerlerinize dönüşür… Değerlerinize dikkat edin; karakterinize dönüşür… Karakterinize dikkat edin; kaderinize dönüşür…” 1- Şu andan itibaren söylediklerimizin pozitif şeyler olmasına dikkat etmeye başlayalım. Aklımıza, herhangi bir durumda olumsuz bir söz geldiğinde kendimizi tutup, kendimizi bu olumsuz sözü söylemek isteyip istemediğimizi düşünmeye itelim. Bunu sabırla yapmaya devam edersek emin olun hayatımızda bir çok şey olumlu yönde değişmeye başlayacaktır. Hatta insanlarla ilişkilerimiz hiç olmadığı kadar güzel olur ve kendimizi daha huzurlu hissetmeye başlarız. 2- Gülümseyin! Sadece tanıdığımız insanlara değil, herkese selam verelim ve tebessümümüzü asla eksik etmeyelim. Mesela, hiç tanımadığımız ama her gün karşılaştığımız karşı komşumuza, sürekli gittiğimiz marketteki kasiyere, metroda yanına oturduğumuz kişilere, asansörde karşılaştığımız insanlara "Selam!" verelim artık! Bu bir süre sonra bizde alışkanlık haline geldiğinde kimyamızın bile nasıl değiştiğini fark edeceğiz. 3- Mesafe, iyidir. Herkesle arkadaş olmak, görüşmek veya konuşmak zorunda değiliz. Bizi sadece olumsuzluğa iten, dibe çeken, ruh halimizi mutsuzluğa sürükleyen veya hoşlanmadığımız konulara maruz bırakan insanlarla aramıza biraz mesafe koymak iyi gelecektir. Çünkü farkında olmasak da bizim düşüncelerimizi, bakış açımızı yani hayatımızı kökten etkiliyorlar. Daha huzurlu bir hayatın en temel felsefesi; az eşya, az insan değil midir? 4- Fazlalıklardan kurtulmamızın vakti, yarın değil bugün! Erteleyip durduk hep ama farkında olmadan sırtımızda taşıdık onları yük gibi. Giymediğimiz kıyafetler, kullanmadığımız eşyalar, ayakkabılar vs. hepsi bir yük bize fark etmesek de. Bir yerden başlamamız lazım ve minimum ne kadar eşya ile idare edebiliyorsak belirleyip uygulamamız lazım. Mesela kullanmadığımız ama hala kullanılabilir eşyalarımızı ihtiyaç sahipleri için belediyeye veya her hangi bir kuruluşa verebiliriz, etrafımızdakilere hediye edebiliriz veya başka türlü bir alanda kullanmak için değerlendirebiliriz. Hiçbir işe yaramayan bir yığın olmaktan kurtarabiliriz onları. Bizim hiç ihtiyacımız olmayabilir ama bir başkasının çok ihtiyacı olabilir. İnsanı en mutlu eden şey, birini mutlu etmek değil midir? Bu listeyi özellikle kısa tutuyorum çünkü bunu sadece bir bakış açısı olarak paylaşmak istedim sizlerle. Belki bir çoğumuz cennet ve cehennemi ölünce gideceği birer mekan olarak görüyor ama değil. Bu dünyada cenneti ve/veya cehennemi göremeyen, yaşayamayan, hissedemeyen biri öbür dünyada nasıl görebilir, yaşayabilir veya hissedebilir? Gelin, biz içimizdeki cenneti keşfedelim. Yaşadığımız hayatın bir cennet olduğunu fark edelim. Ölmeden önce, yaşayalım. Cehennem gözlüğümüzü hayatımızdan çıkarıp cennet gözlüğümüzle bakalım yaşamımıza. Yalnız; umudumuzu yitirmeyelim, inandığımız şeyler uğruna mücadele edelim, hayallerimizi gerçekleştirmek için bir adım atalım artık. Hayat; kısa yahut uzun. Bilmiyoruz. Bir dakika sonrasını bilmiyoruz. Tek bildiğimiz ve tek elimiz de ol'an, şu AN. Neden bir cennet gibi yaşanmasın şu AN ? Sevgiler... Oluşturulma Tarihi Mayıs 21, 2003 0000DÜN başta Hürriyet olmak üzere, tüm gazetelerde, Amerikan finans çevrelerinin dergisi Forbes'ın bir araştırması ve 'Türkiye'nin vergide cehennem olduğu' yolunda haberler yeralıyordu. Hürriyet ise olayı 'Türkiye vergide cehenneme daha yakın' başlığıyla özetleyerek, daha gerçekçi bir yaklaşımda bir 'vergi cehennemi' olduğu gerçek ancak bazı kişiler için de 'vergi cenneti' olduğu bir başka gerçek...KİME CEHENNEM?Türkiye, yasalara uymak suretiyle belge düzenleyip vergi kaçırmayanlar, vergisini zamanında ve tam olarak ödeyenler için, bir 'vergi cehennemi' haline gelmiştir. Mevcut vergi sistemi, işletmelerin bırakınız büyümesini, aksine küçülmesine neden olmakta ve devamlılığını dahi ödeyenler, daha sonra çıkartılan sıfır faizli ödeme kolaylıklarına baktıklarında, 'vergiyi zamanında ödemekle hata mı yaptık?' diye kendilerini sorguluyorlar. Yapılan araştırmalara göre, halkın yüzde 92'si, toplanan vergilerin, gerekli yerlere sarf edilmediği yani söylenildiği gibi kendilerine yol, su, elektrik ve eğitim olarak dönmediği inancında. Hayali ihracat, banka hortumlama ve yolsuzluk olayları, kamudaki savurganlıklar, vergisini ödeyen mükelleflerin, dünyasını adeta cehenneme Hürriyet'te, araştırmasına yer verilen Forbes Global Dergisi'nin, Şubat 2001 sayısında da, The Misery Index ıstırap endeksi başlığı altında yaptığı bir başka sıralama vardı. Dergideki sıralama ve tablolar 2000 yılı ile kıyaslandığında, dünyadaki tüm ülkelerde, vergi ve sigorta primi oranlarının düştüğü fark ediliyor. Rusya bile, vergi oranlarını indirerek, geçen yıl elde ettiği 6,2 milyar dolarlık gelir vergisini bu yıl 12 milyar dolara vergi oranları 'tatlı tatlı düşecek' denilirken, bu yıl özellikle esnafın, sanatkárın, tüccarın gelir vergisi oranları yükseltildi, ek vergiler getirilerek, sistemde kayıtlı olanların, vergisini ödeyenlerin üzerine gidildi ve gidiliyor... Harcamalar gider yazılamıyor, enflasyon muhasebesi yok. İşte bunların hepsi birer cehennem...KİME CENNET?Türkiye, yıllardır belli bir kesim için 'vergi cenneti' olmaya devam ediyor. Vergi kaçıranlar, kayıtdışı faaliyetlerde bulunanlar, kayıtdışı işçi çalıştıranlar, trilyonluk gelir elde edip hiç vergi ödemeyenler ya da sembolik tutarda vergi ödeyenler için, Türkiye tam bir 'vergi cenneti'. Bir milyar TL kazanç gösterip bir trilyonluk mal alanlara, 'nereden buldun?' diye sorulması kanun çıkartılıp, yasaklanıyor. Bundan iyi cennet olur mu?Türkiye bu yıl 65 katrilyon TL faiz ödeyecek. Bunun 13 katrilyon TL'lik kısmı devlet tahvili ve hazine bonosu geliri elde eden gerçek kişiler. Bunların 2002 yılında elde ettikleri gelirin 660 milyar TL'ye kadar olan kısmı vergi dışı idi. Yasa ile bu kişilere sağlanan vergi avantajı bir yıl uzatıldı yani 'vergi kıyağı' devam edecek...Trilyonluk transfer ücreti alan futbolcular için de, 'özel bir kıyak' yapıldı. Bunların, gelirlerinin tutarı ne olursa olsun, 2007 yılı sonuna kadar gelir vergisinden müstesna tutulacak. Sadece düşük oranlı bir stopaj Türkiye sadece 'vergi cehennemi' değil. Başta kaçıranlar olmak üzere belli bir kesim için de tam bir 'vergi cenneti'. Cehennemdekiler için vergi ödemeyi cennete, cennette görünenler için de vergi kaçırmayı cehenneme çevirdiğimizde, vergi sorunu çözümlenecek... Seçim senin! Evet! Hayatında, işinde ve yaşamında cennette mi yoksa cehennemde mi yaşamak istiyorsun? Seçim senin. İstediğini işini değerlerinle mi yönetiyorsun; yoksa korkuların, hırsın ve egonla mı? Sadece cebindeki para, işin, araban, yatın, katların, giydiğin kıyafetinin markası, yaptığın ciron mu önemli; yoksa işine, çalışanına, yaşamına kattığın değerler mi? Kaç kişinin hayatına dokundun? Kaçının hayatını olumlu yönde değiştirdin? Kaç çocuğun gözüne, yaşamına ışık oldun? Bütüne katkın ne oldu? Öldüğünde geriye ne bırakacaksın? Ne için yaşıyorsun? Hayattaki misyonun ne? Malesef kapitalizm canavarı, ekonomik koşullar, memleketimizin ve yaşadığımız şehrin insanı yutan, yiyen trafiği, kalabalığı, korkularının ve zamanın baskısı altında kalıp bilincini yitiren insan, değerlerini ve vicdanını kaybediyor ve inançlarının ötesine geçiyor. “Babana bile güvenme!” kayıdı ile formatlanmış zihinler “kazığımı yemeden önlemimi alayım” güdüsüyle hareket ediyorlar. Kısacası-1’den başlıyoruz işlerimize ve bir de el ele olmaktan, birlik olarak, hareket etmekten aciz, yani BİZ olamamış; her biri tek başına yel değirmenleri ile savaşan egolar topluluğu eklenince hiçbirimiz tünelin ucundaki ışığı göremiyor ve aydınlığa yani kendimizin yarattığı karanlıkta yolumuzu bulmaya çalışıyoruz. Ama esasında hepimiz kaybolmuş bunların yanında sevgiyle, bilgiyle, insanlıkla, ahlak ve vicdanla, saygıyla, hoşgörüyle, alçakgönüllülükle, sabırla, çalışkanlıkla, azimle ve yüreğiyle davranan insan ise dışlanıyor, çemberin dışına atılıyor ve yerini hırslı, hoşgörüsüz, sabırsız, empatisiz, önyargılı, aceleci, kısa yoldan ilerlemeye çalışan, az çalışıp, çok kazanmaya çalışan değerlerden yoksun insana üç şeritli yolları sekiz şeritli olarak dolduruyor, sonra yolu açmak için birbirimizle kavga diğeri borcunu zamanında ödemiyor diye, diğeri de ödemiyor, sonra cebimizde para yok ama alacağımız var diye birbirimizle kavga dostluklarımızda birbirimizin kimliklerini eziyor, yargılıyor, yok ediyor, sevgi adına yaşamlarımızı hapsediyor, sonra “Ben senin için yaşamadım, bunu şunu yapmadım, sen de yapamazsın!” deyip, birbirimizi, hayatlarımızı tutsak konuşuyor sonra anlaşılmamaktan şikayet yar olmayan, başkasına da yar olamaz hırsı ve kıskançlıkla, öz değersizliklerimizle, başarıya giden bir kişiye veya işe engel olmayı marifet biliyor, mutlu olana, gülene deli diye önce kaosumuzu yaratıyor, sonra o kaosdan çıkmak için de birbirimizi yiyoruz. Yani kendi cehennemlerimizi yaratıyoruz. Geçen hayatlar, harcanan zamanlar, boşa giden enerjiler, kırılan kapler ve daha neler neler… YAZIK DEĞİL Mİ?Halbuki belki sadece kendi değerlerimizin farkında olarak, özgüvenle, hoşgörü ve anlayışla, empatiyle, saygıyla, sevgiyle ve birey olmamıza izin vererek, el ele ve BİZ olabilerek kendi CENNETlerimizi yaratamaz mıyız bu hayatta?Belki de herşey çok kolay olurdu!!!

cennet mi cehennem mi testi