Fast Money. A'râf Sûresi 40-41. Ayet Tefsiri Hakkında Konusu Nuzül Fazileti A'râf Sûresi Hakkında Arâf sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 206 âyettir. İbretli “Ashâb-ı sebt” kıssasını anlatan 163-170. âyetlerin Medine’de indiğine dair rivayetler vardır. Mushaf tertibine göre 7, iniş sırasına göre 39. sûredir. İsmini 46 ve 48. âyetlerde geçen اَلأعْرَافُ Arâf kelimesinden alır. “Arâf ”, cennetle cehennem arasında bulunan yerin ismidir. Bu sûrenin ayrıca اَلْم۪يثَاقُ Mîsâk ve اَلْم۪يقَاتُ Mîkat diye isimleri olmasına rağmen daha çok “Arâf ” ismiyle anılmıştır. A'râf Sûresi Konusu Arâf sûresi, hacmine uygun genişlikte ele aldığı Hz. Âdem, Hz. Nûh, Hz. Hud, Hz. Sâlih, Hz. Şuayb ve Hz. Mûsâ kıssaları çerçevesinde Peygamberimiz Hz. Muhammed Efendimiz’in getirdiği Kur’an’ın gerçek bir kitap olduğunu, ona iman ve itaatin gerekli olduğunu; çünkü âhiretin, hesabın, cennet ve cehennemin kaçınılması imkânsız bir akıbet olduğunu son derece tesirli misallerle ve ibretli tablolarla beyân eder. Ehl-i kitaba da yer yer atıflarda bulunarak, Hz. Muhammed sadece Araplara gönderilmiş bir peygamber olmadığını, onun tebliğinin kıyamete kadar bütün insanlığı içine aldığını vurgular. Resûlullah ve ona inananlara da, İslâm’ı tebliğ ederken dikkat etmeleri gereken hususları hatırlatır. Özellikle din düşmanlarının tahriklerine karşı sabırlı ve tahammüllü olmalarını; hissî davranıp hedeflerine zarar verecek herhangi bir yanlış adım atmamalarını öğütler. A'râf Sûresi Nuzül Sebebi Mushaftaki sıralamada 7., iniş sırasına göre 39. sûredir. Sâd sûresinden sonra, Cin sûresinden önce Mekke’de nâzil olmuştur. 163-170. âyetlerinin Medine’de indiği de rivayet edilir. Âyet sayısı itibariyle Mekke’de inen sûrelerin en uzunudur, Kur’an’da da en uzun sûrelerin üçüncüsüdür. Bu sebeple “es-sebu’t-tıvâl” yedi uzun sûre arasında gösterilir. Ayrıca Enâm sûresiyle birlikte “iki uzun sûre” diye de anılır İbn Âşûr, VIII/2, s. 5-6. A'râf Sûresi Fazileti Rivayete göre Allah Resûlü Arâf sûresini ikiye bölerek akşam namazında tilâvet etmiştir. Buhârî, Ezan 98; Nesâî, İftitah 67 اِنَّ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُوا عَنْهَا لَا تُفَتَّحُ لَهُمْ اَبْوَابُ السَّمَٓاءِ وَلَا يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتّٰى يَلِجَ الْجَمَلُ ف۪ي سَمِّ الْخِيَاطِۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُجْرِم۪ينَ ﴿٤٠﴾ لَهُمْ مِنْ جَهَنَّمَ مِهَادٌ وَمِنْ فَوْقِهِمْ غَوَاشٍۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِم۪ينَ ﴿٤١﴾ Karşılaştır 40 Şüphesiz ki âyetlerimizi yalanlayan ve büyüklenip onlardan yüz çevirenler yok mu, göğün kapıları onlar için açılmayacak ve onlar, deve iğne deliğinden geçinceye kadar cennete giremeyeceklerdir. İşte biz günahkârları böyle cezalandırırız. Karşılaştır 41 Onlar için cehennem ateşinden döşekler ve üstlerinde de yine ateşten örtüler vardır. İşte biz zâlimleri böyle cezalandırırız. TEFSİR Cenâb-ı Hakk’ın âyetlerini; tevhid, ulûhiyet, nübüvvet ve âhirete ait delillerini yalanlayan, büyüklenip bu delillere inanmaya, onları nazar-ı itibara alıp gereğince davranmaya tenezzül etmeyenlere göğün kapıları açılmayacaktır. Yani duaları ve iyilik olarak yaptıkları amelleri kabul edilmeyecek, ruhları göğe yükselemeyecek, üzerlerine feyiz ve bereket inmeyecektir. Çünkü gökler ruhlar için saadet ve surûr kaynağıdır. Hayır ve bereket göklerden iner. Bu sebeple ruhlar ancak göklere yükselmek sûretiyle mutlulukların en güzeline erişme imkânı bulurlar. Yerde yürüyenlerin ayakalrı su topladığı halde, ruhları göklerde gezenlerin kalplerinde ilâhî feyiz ve bereket şabnemleri birikir. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur “Gökte de hem rızkınız vardır, hem de size vadedilen cennetler.” Zâriyât 51/22 İşte kâfirler bu nimetlerden mahrum kalacak ve deve iğne deliğinden geçinceye kadar cennete giremeyeceklerdir. Küçüklükte “iğne deliği”, büyüklükte ise “deve” mesel olmuştur. Dolayısıyla bir şeyin küçüklüğü ve inceliği mübalağa edileceği zaman “iğne deliği gibi”, irilik ve büyüklükte mübalağa için ise “deve gibi” denilir. Şu halde kâfirlerin cennete ebediyen giremeyeceklerini ifade bakımından, irilikte mesel olan olan devenin boynu, hörgücü, ayakları, özel şekli, bütün eğri büğrülüğü ve acaipliği ile incelikte mesel olan iğne deliğine girmesiyle verilen misal son derece mübalağalı ve tesirli olmuştur. Bu haliyle devenin iğne deliğinden geçmesi nasıl mümkün değilse, kâfirlerin cennete girmesi de aynı şekilde mümkün değildir. “Deve” olarak tercüme edilen âyetteki اَلْجَمَلُ cemel kelimesi “cümmel” diye de okunmuştur. Buna göre kelime “kendirden yapılmış kalın ip” veya “gemileri bağlamada kullanılan halat” mânalarına örnekten anlaşıldığına göre cennete sonsuza dek giremeyecek o kâfirler için, altlarında cehennem ateşinden döşekler, üstlerine de yine cehennem ateşinden örtüler vardır. Hâsılı onların döşekleri, yorganları, yatak ve örtüleri sadece ateş olacak, cehennem onları her taraftan kuşatacaktır. Burada çok beliğ bir şekilde, tasvir edilen kişilerin dünyada rahatı, rahat yatakları ve bu yataklarda yatmayı çok sevdikleri ima edilmektedir. Çünkü ceza daima işlenen suçun cinsinden olur. Bu şekilde rahata ve rahat yataklarda yatmaya düşkün olanlar, yemeye, içmeye ve şehvetlere de düşkün olurlar. Nitekim Nebiyy-i Ekrem “Ümmetim için kârın büyüklüğü, çok uyku, tembellik ve yakîn azlığından korkarım” Kenzü’l-Ummâl, III, 360 buyurarak bu hususta mü’minleri uyarmaktadır. Çünkü böyle bir hayat iman etmeye mâni olduğu gibi, başkalarının hakkına tecavüzün de sebeplerindendir. Âyetin sonunda bu insanların zâlim olarak nitelenmesi bu bakımdan mânidardır. Çünkü onlar hem başkalrına hem de kendilerine bu perişan, feci ve hazin durumlarına karşılık mü’minlerin halleri son derece güzel ve aydınlıktır Kaynak Ömer Çelik Tefsiri Yusuf Sûresi 54-55. Ayet Tefsiri Hakkında Konusu Nuzül Yusuf Sûresi Hakkında Yûsuf sûresi Mekke’de inmiştir. 111 âyettir. İsmini, içinde kıssası tafsilatlı bir şekilde anlatılan Yûsuf alır. Mushaf tertibine göre 12, iniş sırasına göre 53. sûredir. Yusuf Sûresi Konusu Sûrenin ilk üç âyetinde gerçekleri açıklayan ve apaçık bir kitap olan Kur’ân-ı Kerîm’in âyetlerine, mânaları üzerinde aklımızı çalıştırıp anlayabilmemiz için Kur’an’ın Arapça olarak indirildiğine ve bu sûrede kıssaların en güzelinin anlatılacağına dikkat çekildikten sonra, 4. âyetten başlayarak 101. âyete kadar Yûsuf kıssası anlatılır. Sûre, kıssadan alınması gereken ders, ibret ve öğütlerle nihâyete erer. Yusuf Sûresi Nuzül Sebebi Sad b. Ebî Vakkâs der ki Kur’ân-ı Kerîm Resûlullah indirilmeye başladı. Efendimiz bir müddet ashâbına inen âyetleri okudu. Onların, “Bize, biraz da kıssa anlatsanız” demeleri üzerine “Biz sana vahyettiğimiz bu Kur’an ile kıssaların en güzelini anlatıyoruz” Yûsuf 12/3 diye başlayan Yûsuf kıssası nâzil oldu. Yine Peygamberimiz onlara bir müddet Kur’ân-ı Kerîm’i okuyunca, bu sefer de “Bize bazı şeyler anlatsanız” demeleri üzerine “Allah, sözün en güzeli olan Kur’an’ı, âyetleri birbiriyle âhenkdâr, uyumlu, tıklım büklüm hakîkat dolu bir kitâb hâlinde indirdi” Zümer 39/23 âyeti nâzil oldu. Hâkim, el-Müstedrek, III, 345. Başka bir rivayete göre de yahudiler Mekke müşriklerine akıl vererek “Muhammed’e sorun bakalım bilecek mi İsrâiloğulları Mısır’a ne sebeple gidip oraya yerleşmişlerdi?” dediler. Mekke müşrikleri gelip Allah Resûlü bunu sorduklarında, cevap olarak Yûsuf sûresi nâzil olmuştur. Âlûsî, Rûhu’l-meânî, XII, 170 Nitekim “Yûsuf ve kardeşlerinin yaşadıklarında, gerçeği arayanlar ve sorup öğrenmek isteyenler için nice dersler ve ibretler vardır” Yûsuf 12/7 âyetindeki “soranlar” ifadesinde buna işaret edildiği görülmektedir. Muhammed b. İshâk’a göre sûrenin iniş sebebi, kavmi tarafından zulme uğ­ramış olan Resûlullah teselli etmektir. Çünkü müşriklerin baskı­, eziyet ve işkenceleri karşısında Resûl-i Ekrem ve ashâbı zor durumda kalmışlardı. Bu zor durumdan bir çıkış yolu arıyorlardı. İşte böyle çile ve meşakkatlerin zirveye tırmandığı bir zamanda bu sûrenin inmesi, müslümanlar için mühim bir teselli ve ferahlama vesilesi olmuştur. Zira bu sûrede tafsilatlı olarak kıssası anlatılan Yû­suf da Filistin’de kardeşleri tarafından bazı kötülüklere mâruz kalmış; fakat so­nunda Mısır’ın devlet idâresinde söz sahibi olmuş, kendisine düşmanlık eden kardeşlerine de her bakımdan yardımcı olmuştu. Elmalılı, Hak Dini, IV, 2841 Dolayısıyla Yûsuf kıssası Peygamber Efendimiz ve ashâbına, sabrettikleri takdirde Hz. Yûsuf'a verilmiş olan mükâfatın bir benzerinin veri­leceğini ve Kureyşliler’in neticede mağlup olup kendilerine boyun eğeceğini müjdelemektedir. Gerçekten de Allah Resûlü müşriklerin baskısı karşısında Medine’ye hicret etmiş, sekiz sene son­ra Mekke’yi fethetmiş ve Kureyşliler ona boyun eğmiştir. İşin câlib-i dikkat yanı, Efendimiz Kureyşliler’e, Hz. Yûsuf’un Mısır’da kardeşlerine söylediği sözün aynısını söyle­yerek “Bugün sizi perişan etmek yok, Allah sizi bağışlasın! O, merhamet­lilerin en merhametlisidir. bk. Yûsuf 12/92 Gidiniz hepiniz serbest­siniz!” buyurmuştur. Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 835; İbn Sa’d, et-Tabakât, II, 142-143 وَقَالَ الْمَلِكُ ائْتُون۪ي بِه۪ٓ اَسْتَخْلِصْهُ لِنَفْس۪يۚ فَلَمَّا كَلَّمَهُ قَالَ اِنَّكَ الْيَوْمَ لَدَيْنَا مَك۪ينٌ اَم۪ينٌ ﴿٥٤﴾ قَالَ اجْعَلْن۪ي عَلٰى خَزَٓائِنِ الْاَرْضِۚ اِنّ۪ي حَف۪يظٌ عَل۪يمٌ ﴿٥٥﴾ Karşılaştır 54 Kral “Onu bana getirin, onu kendime özel danışman yapayım” diye emretti. Yûsuf’la konuşunca da “Sen bundan böyle yanımızda önemli bir yere sahip güvenilir biri olacaksın” dedi. Karşılaştır 55 Yûsuf da “Beni bu ülkenin hazinelerinden sorumlu yap. Çünkü ben onları iyi muhafaza eder, maliye yönetimini de çok iyi bilirim” teklifinde bulundu. TEFSİR Hz. Yûsuf, fırsat doğduğu halde zindandan kurtulmak için acele etmemiş, suçsuzluğu kesin olarak ortaya çıkıncaya kadar sabretmişti. Onun bu temkinli ve metanetli hali kralın dikkatini çekti. Yaptığı tahkikat neticesinde Yûsuf’un günahtan uzak, güvenilir, sabırlı, metanetli ve faziletli bir insan olduğu güneş gibi ortaya çıkmıştı. Nezdinde onun değeri daha da büyüdü. Daha önce rüyasını tâbir etmesi üzerine onu sadece görmek için çağırmışken, şimdi onu kendisine yakın özel bir danışman yapmak, devlet idaresinde kendisine mühim bir makam vermek üzere davet etti. Hz. Yûsuf bu kez daveti kabul edip kralın yanına geldi. Kral onunla bazı meseleler üzerine konuştu. Böylece o, hem Yûsuf’u hem de onun konuşmasını görmüş oldu. Hz. Yûsuf’un ne kadar olgun, ileri görüşlü, mümtaz bir şahsiyet olduğu hususunda gıyabında yaptığı tespitler ve edindiği intibalar doğruydu. Hemen ona, bu günden itibaren katında büyük bir mevki sahibi, yetkili, her hususta güvenilir, itimat ve itibar edilir bir kişi olduğunu bu derece iltifat, itimat ve güvenini kazanan Hz. Yûsuf, devletin idaresinde kendisine olan zaruri ihtiyacı dikkate alarak “Beni ülkenin hazinelerinden sorumlu yap. Bütün Mısır ülkesinin hazinelerinin idaresini, gelir giderini takip etme vazifesini bana ver. Çünkü ben onları iyi muhafaza eder, hakkı hukuku gözetir, onları hak etmeyenlerin çarçur etmesinden korurum. Maliye idaresini de çok iyi bilirim” dedi. Hz. Yûsuf’un bu davranışından, herhangi bir alanda mütehassıs olan kimsenin, umumun menfaati için, devlet yönetiminden vazife istemesinin yerinde bir hareket olduğu Allah Resûlü liyakatli olmayanların idârî bir vazife talep etmelerini muvafık görmediği gibi, liyakatli olsa bile, mecburiyet olmadığı sürece, böyle bir talepte bulunmamayı tavsiye etmektedir. Nitekim kendisinden idârî vazife isteyenlere “Vallahi biz bu işe ne onu isteyen birini ne de ona hırs gösteren birini tayin ederiz” buyurarak onların isteklerini reddetmiştir. Buhârî, İcâre 1; Müslim, İmare 15 Yine idârî vazife isteme­mesini tavsiye ettiği bir sahâbîye de “İstediğin için vazife sana verilirse onunla baş başa kalırsın; istemeden sana verilirse onun uğrunda yardım görürsün!” buyurmuştur. Buhârî, Eyman 1; Müslim, İmare 13İşte Yûsuf ilâhî yardıma nailiyetle uzun yıllar gösterdiği sabır ve sebatın aydınlık neticesine yaklaşıyor Kaynak Ömer Çelik Tefsiri 12-YÛSUF 40. Ayet مَا تَعْبُدُونَ مِن دُونِهِ إِلاَّ أَسْمَاء سَمَّيْتُمُوهَا أَنتُمْ وَآبَآؤُكُم مَّا أَنزَلَ اللّهُ بِهَا مِن سُلْطَانٍ إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ أَمَرَ أَلاَّ تَعْبُدُواْ إِلاَّ إِيَّاهُ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ Mâ ta’budûne min dûnihî illâ esmâen semmeytumûhâ entum ve âbâukum mâ enzelallâhu bihâ min sultânsultânin, inil hukmu illâ lillâhlillâhi, emere ellâ ta’budû illâ iyyâhu, zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûnya’lemûne. Bayraktar Bayraklı “Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir. Hüküm sadece Allah'a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” Edip Yüksel “O’ndan başka hizmet ettikleriniz, sizin ve atalarınızın uydurduğu isimlerden ibarettir. ALLAH onlara herhangi bir güç vermemiştir. Hüküm ancak ALLAH’ındır. Yalnızca kendisine hizmet etmenizi emretmiştir. Dosdoğru din işte budur. Ne var ki halkın çoğu bunu bilmiyor.” Erhan Aktaş Sizin, O’ndan başka kulluk ettiğiniz şeyler, ancak sizin ve atalarınızın uydurup adlandırdığı şeylerdir. Allah, onlara hiçbir güç ve yetki vermedi. Hüküm yalnızca Allah’ındır; kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru din yalnızca budur. Ancak insanların çoğu bu gerçeği bilmezler. Muhammed Esed Allah'ı bırakıp tapındığınız her şey gerçekte sizin ve atalarınızın kendi muhayyilenizden çıkardığınız anlamsız isimlerden öteye geçmemektedir; çünkü bunlar hakkında hiçbir kanıt indirmemiştir Allah. Neyin doğru, neyin eğri olduğu konusunda hüküm yalnızca Allah'a aittir. Ve O da kendisinden başkasına kulluk etmemenizi buyuruyor. İşte dosdoğru olan tek din budur; ama insanların çoğu bunu bilmez. Mustafa İslamoğlu Onu bırakıp da taptığınız şeyler, başka değil, yalnızca sizin ve atalarınızın Allah'a ait nitelikleri kendilerine yakıştırdığınız isimlerdir, Allah bunlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Varlıkların konumları hakkındaki nihai yargı yalnızca ve yalnızca Allah'a aittir O size kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir İşte bu dosdoğru olan tek dindir, fakat insanların çoğu bundan habersizdir. Süleyman Ateş Siz, o'nu bırakıp ancak sizin ve atalarınızın taktığı birtakım boş isimlere tapıyorsunuz. Allâh onların gerçekliği hakkında hiçbir delil indirmemişonlara hiçbir güç vermemiştir. Hüküm, yalnız Allâh'ındır. O, yalnız kendisine tapmanızı buyurmuştur. İşte doğru din budur. Ama insanların çoğu bilmezler." Süleymaniye Vakfı O’nunla aranıza koyarak kulluk ettiğiniz şeyler, sizin ve atalarınızın koyduğu isimlerden başkası değildir. Allah’ın onlar hakkında indirdiği bir yetki sulta yoktur. Hüküm, Allah’ın hükmüdür. O, kendinden başkasına kul olmamanızı emretmiştir. Dosdoğru din işte budur. Ancak, insanların çoğu bunu bilmezler Yaşar Nuri Öztürk "O'nun yanında nelere kulluk ediyorsunuz? Sadece bir takım isimlere ki, adlarını siz ve atalarınız koymuştur. Onlar hakkında Allah, hiçbir kanıt indirmemiştir. Hüküm yalnız Allah'ındır. O, yalnız ve yalnız kendisine kulluk etmenizi emretti. Eskimez ve pörsümez din işte budur. Ama insanların çokları bilmiyorlar." Yusuf Suresi 40. ayeti ne anlatıyor? Yusuf Suresi 40. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...Yusuf Suresi 40. Ayetinin Arapçasıمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِه۪ٓ اِلَّٓا اَسْمَٓاءً سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ اَمَرَ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُۜ ذٰلِكَ الدّ۪ينُ الْقَيِّمُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ Yusuf Suresi 40. Ayetinin Meali Anlamı“Allah’ı bırakıp da kendilerine taptığınız şeyler, sizin ve atalarınızın uydurduğu içi boş birtakım isimlerden ibarettir. Allah onların tanrı ve mabud olabileceklerine dair hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm verme yetkisi yalnız Allah’a aittir. O da, kendisinden başka hiçbir varlığa kulluk yapmamanızı emretmiştir. İşte doğru olan tek din budur; fakat insanların çoğu bunu bilmez.”Yusuf Suresi 40. Ayetinin TefsiriHz. Yûsuf, tebliği esnasında gönüllere tesir edecek yumuşak bir üslup kullanır. Her defasında bir samimiyet ve muhabbet ifadesi olarak “Ey benim hapishane arkadaşlarım” hitabında bulunur. Dinleyenlere böyle gönül alıcı hitapta bulunmak sözün tesirli olması bakımından son derece mühimdir. Nitekim Lokmân oğluna nasihatte bulunurken hep “Evlâdım!” diyerek babalık şefkatini gösteren tatlı bir ifade ile söze başlar. bk. Lokmân 31/13, 16, 17 Hz. Nûh, boğulmasını istemediği oğluna “Evladım, oğulcuğum gel bizimle beraber gemiye bin” Hud 11/42 diye yalvarır. Bu üslup aslında Rabbimizin bize öğrettiği bir şefkat ve merhamet üslubudur. Çünkü Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’de hususiyle mü’min kullarına en yüce bir şeref ifadesi olarak “Ey iman edenler! Ey mü’minler!” diye hitap tebliğde en mühim husus, tevhidi yani Allah’ın var ve bir olduğunu bir iman şuuru halinde kalplere yerleştirebilmektir. Bu sebeple Yûsuf da bu husus üzerinde durmaktadır. Rivayete göre Mısır’da insanların taptığı altın, gümüş, demir, ağaç veya taştan yapılmış; büyük, orta ve küçük çeşitli ebatlarda putlar vardı. Hapishanede de yine oradaki mahkumların taptıkları putlar vardı. Hz. Yûsuf hiçbir fayda ve zarar veremeyen, hiçbir şeye güçleri yetmeyen bu putların mı, yoksa tek olan ve sonsuz kudretiyle her şeyi hâkimiyet ve iradesi altında tutan Allah’ın mı hayırlı olduğunu sorarak, hakikati bulabilmeleri için onları tefekküre davet eder. İşin gerçeğini söylemek gerekirse, bu putlar tapılmaya değer birer tanrı değil, hiçbir anlamları olmayan, insanların kendiliklerinden uydurup taktıkları bir takım isim sahibi varlıklardan ibarettir. Bunların isimden başka hiçbir mâna ve muhtevaları yoktur. Hem bunların ma’bud olduklarına dair, hüküm vermeye yetkili tek merci olan Allah Teâlâ, herhangi bir delil de indirmiş değildir. Yani o putlara tapılacağını kanıtlayacak elinizde hiçbir sağlam delil yoktur. Halbuki akıllı bir insanın delili olmaksızın bir şeyin gerçekliğini kabullenmesi ve onun peşinden gitmesi insanlık şerefine yakışmaz. O halde ne olduğu belirsiz putları terk edip gerçek ilâh olan Allah’a kulluk etmekten başka yol yoktur. Zaten gerçek din de budur. Hz. Yûsuf, iki hapis arkadaşıyla beraber, onları vesile kılarak, hapiste bulunan herkese İslâm’ı apaçık bir dille tebliğ ettikten sonra sıra rüyaların tâbirine gelir Yusuf Suresi tefsiri için tıklayınız...Kaynak Ömer Çelik TefsiriYusuf Suresi 40. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız... İslam ve İhsan

yusuf suresi 40 ayetin tefsiri